Pages

23 Mayıs 2010 Pazar

Bir dilim kek:)

Küçük bir çocuk, büyükannesine hayatında her şeyin nasıl da kötü gittiğini anlatıyordu. Okul, ailesi, arkadaşları… Hiçbir şey yolunda görünmüyordu.. Büyükanne çok akıllı bir hanımdı ve bir kekin torununun sorunlarını çözebileceğini düşündü. Karışımı hazırlarken torununa şimdi biraz atıştırmak isteyip istemediğini sordu. “Evet, kesinlikle” dedi küçük çocuk açlığını fark ederek. “İşte, biraz sıvı yağ ister misin” dedi büyükanne. “Yağ mı? İğğ..!" diye tiksindi çocuk. “Peki birkaç çiğ yumurtaya ne dersin” dedi büyükanne kahverengi bir yumurtayı göstererek. “Berbat büyükanne"..diye cevap verdi, büyükannesine ne oluyordu böyle?.. “Peki öyleyse biraz un alır mısın? Ya da biraz mayaya ne dersin?” “Ama büyükanne, tüm bunlar çok tiksindirici !..Mide bulandırıcı !..”
Büyükanne o bilgece duruşuyla gülümsedi ve küçük torununa anlatmaya başladı:
“Evet, bütün bunlar kendi kendilerine çok kötü görünüyorlar ama hepsi doğru bir şekilde bir araya konursa işte o zaman lezzetli bir kek olacaklar !


Merhaba arkadaşlar:)

Sizlerle keyifle okuduğum bir yazıyı paylaşmak istedim. benim verdiğim tepkileri sizlerde verdiğinizi görür gibiyim... Bu arada yukarıda gördüğünüz keki ben yaptım...Herkese kucak dolusu sevgiler...Alıntı:http://www.sevgi.us/hikayeler-oykuler-ask-hikayeleri

16 Mayıs 2010 Pazar

Doğmamış Bebekten Mektup:))))

1.Bölüm : İçerisi loş, kızılbir karanlık... Dokuz ay boyunca gerçek ışık yüzü göstermediler bana. Yo, bildiğiniz gibi F tipi bir hücerede değilim. Aksine her şey çok eğlenceli.Buraya düştüüm ilk günden bu yana ekmek elden, su gölden...Huzurlu, güvenli bir ortamda yaşamımı sürdürüyorum diyebilirim. Bu zamanı uzunn bir tatil olarak düşünmek bile mümkün. Siz hiç günde 24 saat keyifle yüzdünüz mü? Dilediğiniz zaman dilediğiniz kadar yemek yediniz mi? Daha ne isteyebilirim ki! Zanman zaman sıkıntılar yaşamıyorum değilim hani. Ama bunlar gelgeç şeyler. Atlatıyoruz hepsini.Atlatıyoruz diyorum, çünkü herşeye rağmen tek başıma değilim.Bir kadını sevgi dolu sesi her zaman yanımda.Arada bir " anne olacaksın" diyen başka sesler de duyuyorum.Onun yüzünü henüz görmedim,yani gıyabında tanıştığımızı söyleyebilirim.Gözlerinin içine bakaçağım anı sabırsızlıkla bekliyorum.Ayda bir gittiğimiz, sesi beraben yaşadığım kişiye benzeyen bir kadında ilk günden beri hep aynı şeyi söylüyor."Çok güzel bir anne olacaksın."Doktormuş galiba onu da hiç görmedim.


2.Bölüm : Burada çok sıkıldım.Monotonluktan başka birşey değil hayat!Artık istediğim gibi yüzemiyorum.Hiç mutlu değilim hiç!Ekmek elden su gölden olunca bunların başıma geleceğini bilemezdim tabi!.Hareketsizlik işte, artık küçük evimin içinde kocaman bir tombulum sanki.oysa istediğim gibi oynamalıyım. Işıktan yana şansım hiç açılmadı.İçeri hala çok karanlık!

Alıntı :http://www.kucukinsan.com/article.asp?article_id=3642


8 Mayıs 2010 Cumartesi

Annenin Gözyaşları...

Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.

Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-Ya gelmezse, ya izin alamadıysa. ” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.

Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı. . Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; ” Bu telaşın niye?” diye. Ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.

Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de. . ” İçinde sıkıntı artmaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh. . yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”
Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse. . ” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı. , ekranına baktı, arayan oğluydu.
Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?
Açtı telefonu;
-Alo. .
-Alo, nasılsın anneciğim?
-Sağol yavrum, sen nasılsın?
-İyiyim anneciğim.
-Ne yapıyorsun, işler nasıl?
-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.
-Öyle mi yavrucuğum.
Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;
-İzin aldın mı yavrum?
-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin.
-Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?
-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.
-Sen sen. . bunun için izin almadın mı?
-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.
Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.
-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?
-Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.
-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.
-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?
-Dışardaydı yavrum. Hah. . kapı çalıyor, sanırım baban geldi.
-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım.
-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.
Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.
Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Merhaba arkadaşlar;
Tüm anneler özeldir.Bu güzel günde sizlele anneler gününe özel bir öykü paylaşmak istedim.Hepinizin annesinin ve tüm anne adaylarının Anneler Günü Kutlu Olsun...
Alıntı:http://www.google.com.tr/imgres?imgurl=http://www.kaliteliresimler.com/data/media/1593/anneler_gn_2.jpg&imgrefurl=http://www.herice.com/v2/yazi-503-anneler_gunu.html

1 Mayıs 2010 Cumartesi

ANNE KALBİ:)



Delikanlı,katı yürekli bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemişti.Ancak kız,korkunç bir şart ileri sürerek:
-Senin sevgini ölçmek istiyorum,dedi.Bunun için de köpeğime yedirmek üzere bana annenin kalbini getireceksin.
Delikanlı,tüyler ürperten bu teklif karşısında ne yapacağını şaşırmış ve uzun bir tereddütten sonra hislerine mağlup olup annesini öldürmeye karar vermişti.Annesi,belki de durumu farkettiği için oğluna fazla direnmedi.Ve çocuk,annesini öldürerek kalbini bir mendile koydu.Delikanlı,kızın isteğini yerine getirmiş olmanın heyecanıyla yolda koşarken,ayağı bir taşa takıldı.Kendisi bir tarafa,mendil içindeki kalp bir tarafa fırladı.Canının acısından,ağzından ister istemez"Ah anacığım!"sözleri döküldüğünde annesinin tozlara bulanan ve hala soğumamış olan kalbinden bir ses yükseldi:

-Canım yavrum,bir yerin acıdı mı?
Alıntı :http://forum.islamiyet.gen.tr/dini-hikayeler/51053-iki-tane-ibretlik-kisa-hikaye.html
Herkese kucak dolusu merhaba;
Düşünüyorum da "sizlerle paylaştığım öyküleri ve hikayeleri neye göre belirliyor ve nasıl seçiyorum" diye. Galiba o anki ruh halim çok etkiliyor.Sabah Kalktım ve annemi ne kadar özlediğimi anladım.İçim anne hasreti ile yanan şu günler de sizlele "Anne Kalbi" adlı hikayeyi paylaşmak istedim.. İyi okumalar...

25 Nisan 2010 Pazar

Tıbbiyeli Şehitler...

Hasan Şakir son zamanlarda en çok Dilara’yı düşünür olmuştu.
“seninle bir elin parmaklarıydık sanki ayrılamazdık. Ne çare ki son günlerde içimde beliren kuşku bana ayrılacağımızı söylüyor” diye zihninden geçirdi. Subaylar birliklerini süngü hücumuna hazırlıyorlardı.

Saflar birbirine karışmıştı bombalar patlıyor, süngüler parlıyordu. Senegallinin havada uçan satırı bir erin göğsüne saplandı. Erin haykırışı gök kubbeyi deler gibiydi. Kimsenin savaşmaya dermanı kalmamıştı ama bir anlık durgunluk da insanın gövdesinden başının ayrılmasına sebep olurdu.

Türkler birden karşı hücuma geçecek şekilde güçlendiler. Öndeki sıra namlularını siperin önüne yerleştirip büyük gürültülerle, yakıp yıkarak gelen düşmana ateş ederken, arkada ürkek erler bombalardan kurtulmanın çaresini arıyorlardı. Çünkü candan vazgeçme düşüncesi en çok hücum sırasında insanı korkutuyordu.

Yusuf un yanındaki Hasan Şakir ALLAH çığlığıyla olduğu yere kıvrıldı. Yusuf onu tutup sarsarken fark etti. Kurşun sol gözünden girmiş, kafasının arkasında kocaman bir delik açarak çıkmıştı…

Yusuf başucuna çömeldi dolu gözlerle hasan Şakir e bakıyordu. Aynı ahlakı paylaşan ikiz kardeş gibiydiler. Karanlıktı yüzünü seçemiyordu. Kendini tutamadı. Göğsünü yırtan bir hıçkırık etrafa fırladı.
-Rab’im bizi ahirette ayırma bu acıya nasıl dayanırım.
Merhaba Arkadaşlar,
Sizlerle Mehmed Niyazi Özdemir'in eşsiz eserlerinden "Çanakkale Mahşeri" adlı eserinde okuyupta tilendiğim bir bölümü paylammak istedim. ii okumalar.

18 Nisan 2010 Pazar

Çanakkale'de Tıbbiyeli Şehitler


Gökyüzünün mavilerine mermi sesleri karışıyordu. Cephede zor günler geçiren genç tıbbiyeli Hasan Şakir hem korkuyor hem de bir an önce savaşın bitmesini diliyordu. Arkadaşı Yusuf ile tuhaf bir rastlantı sonucunda aynı cepheye düşmüşlerdi.

Parçalanan kolları, bacakları acı içinde su için kıvranan yaralıları görmek ikisi için ve elbette tüm askerler için çekilmez bir hal almıştı.

Hasan şakir her tetik çekişinde mermi bir ağaca mı saplanacak, yoksa bir taştan askerini ateş mi çıkaracak? Bir insana rastlarsa nasıl haykıracak, yüz üst mü sırt üstü mü düşecek diye düşünüyordu. Ancak kısa sürede beynini bu düşüncelerden arındırmış, tetik çekmeye yoğunlaşmıştı.

Biraz ilerde Osman boş kovan fırlatıyordu. Bir anzak devirdi. Aferin sesleri yükseldi Osman a doğru. osman başını çevirdi, sağ kulağından akan kan boynuna doğru iniyordu. Gülümsedikten sonra yerine döndü. Açılan gediklerin önünde patlayan bombalar ortalığı toz duman içinde bırakıyordu.

Korkunç bir şekilde başını tutan Osman iki adım sendeledikten sonra yere yığıldı. Tüfeği de yanına düştü. Hasan şakir ona doğru koştu. Sarstı, bağırdı ama Osman’da ses yoktu. Osman şehit olmuştu.


Merhaba Arkadaşlar;
12.04.2010 tarihinde arkadaşlarım İrem, Esra ve Sümeyye ile beraber tanıtmış olduğumuz Mehmet Niyazi ÖZDEMİR in güçlü kaleminden çıkan "ÇANAKKALE MAHŞERİ "adlı eserinden okumuş olduğum yaşanmış bir öyküyü sizlerle paylaşmak istedim.



11 Nisan 2010 Pazar

Ruhun Şâd Olsun...


Bir edep abidesi… Vefanın, sadakatin, saygının, dürüstlüğün ve satırlara sığmayacak kadar iyi hasletin toplandığı büyük bir ruh. Çoğu O’nu sadece İstiklal Marşımız ile tanır. Milli mücadelemizin şanına yakışan o muhteşem eserle. Ancak hayatı bambaşka etkiler insanı Mehmet Akif ERSOY’un.

Yoksulu, fakiri, fukarayı gözemeyi, büyük küçük ayırt etmeden herkese saygılı davranmayı kendine meziyet edinen güzel insan. Kalabalıklarda ön plana çıkmayı istemez, methedildiği zaman utanırdı. Yalana tahammülü yoktu. Zaman O’nun için çok kıymetliydi, asla boşa harcamazdı. Sözüne sadıktı. “Bir söz, ya ölüm ya da ona yakın bir sebeple mazur görülebilir.” derdi. Öyle ki; öğrenciyken verdiği bir sözle yıllar sonra arkadaşının üç çocuğuna kendi çocukları gibi bakmıştı.

Şiirleri herkes tarafından hayranlıkla okunan, fikirleri kitlelerce savunulan Milli Mücadele Şairimizin beklenildiği gibi fazlaca malı mülkü yoktu. Hatta bazı dönemler ailecek yoklukla mücadele etmek durumunda kaldılar. İstiklal Marşımızı yazdığı bugün müze olarak hizmet veren evine gittiğinizde Mehmet Akif’e ait birkaç eşyadan fazlasını göremezsiniz.

İşte bu yüce şahsiyet, her zorluğu yaşayan,vatanını, milletini bayrağını seven, kişiliğiyle tüm nesillere örnek olan bu güzel insanın ruhu şad olsun.
Merhaba arkadaşlar.Bugünlerde, bizim için bu topraklarda savaşan. anasını, babasını, kundaktaki bebesini, kızkardeşini ve daha nice sevdiklerini geride bırakarak, vatan ve bayrak aşkıyla gözünü bile kırpmdan cephelerde korkusuzca savaşan ecdadımızı anıyorum.Sizlerle de www.hudil.hacettepe.edu.tr de yayınlanan bir yazımı paylaşmak istedim. Dr. Yasemin Dinç Kurt hocamızın dediği gibi :"Bu topraklar bizim değil, gidipte dönmeyenlerin."
Ecdadımızı rahmetle anıyoruz. Ruhlarınız Şâd olsun... Vatan sağolsun.